Liseyi bitirip ÖSS’yi kazanamadığım ve sonrasında
üniversitedeki ilk yılımda, hafta sonları İç
Kozahan’daki Lebiderya ve Çınarlatı çay ocaklarında garsonluk
yapıyordum. Özellikle benim üniversitede birinci sınıfı bitirmiş gibi yaptığım (9
dersin 7’sinden FF’le nasıl bir bitirmekse…) Aydın’ın ise benim çömezim olmaya hak kazandığı 2001 yılının yaz
ayları çok keyifliydi. O yaz, şimdinin Komiser
Aydın’ı garsonluk yapıyor, ben de içerde çay demliyorum bulaşık yıkıyorum. Her
gün bir birinden tuhaf şeyler yaşıyor, birbirinden aykırı tipler tanıyoruz…
Tabi bizim Aydın Karadenizli
ben de Kırcaalili olunca
karşılaştığımız hiçbir tuhaflığın altında kalmıyor, her türlü muzipliğe, her türlü puştluğa misliyle cevap veriyoruz…
Bir gün geliyor, belediye masaları kaldırıyor, ertesi gün
birisi bir müşteriye askıntılık yapıyor, kavga ediyoruz. İstediğimize çay
veriyoruz, istediğimize vermiyoruz...
İşte o tuhaflıklardan bazıları;
7-8 kişilik bir grup gelir, 11
masadan ikisini işgal eder ama sadece bir çay ister… İki saat otururlar. Ama
aksi tesadüf bu ya her seferinde bu gruptan birisinin üstüne ya çay ya ayran
dökülür ve kalkmak zorunda kalırlardı.
Bir diğeri gelir ‘çay bardağı su bardağı beni kesmez dostum
daha büyük bir şeyde çay istiyorum’ der, Biz de tutar litrelik süt şişesini sıcak suyla çalkalayıp, bir şişe çayı gider
masasına koyardık.
Bir kılkuyruk gelir, bir çay söyler, yarısını içtikten sonra, ‘bu çay demli olmuş biraz açar mısınız der’
bir nevi şark kurnazlığıyla bir çay
parasına bir buçuk çay içerdi.
Sürekli ayran içen bir de Ulvi vardı. Aydın her geldiğinde onun
ayranındaki pipeti çakmakla yakar yapıştırır, Ulvi de her seferinde içmeye
çalıştığı ayranın yarısını üstüne dökerdi. Gelip kendi kahvesini kendi
yapanlar, çay bardaklarını yıkamak için sıraya giren Aydın’ın dershane
arkadaşları…
‘Sigarayı ben veriyorum, ateşi ben veriyorum size bir zararı yok
bırakmayın’ diye her gün aynı espriyi en az 10 kere yapmaktan sıkılmayan ve
gülmekten yorulmayan patron İbo…
Bir de bizim ‘Orta açık Evren’ vardı…
Bir gün bizim Aydın ağız ucuyla ‘orta bi açık çay’ dedi kayboldu. Bir
orta kahve yaptım yanına bir de çay hazırladım verdim tepsiyi Aydın’a. 30
saniye sonra bizim Sarı, kıpkırmızı
elinde gördüğü tepsiyi olduğu gibi söylene söylene getirdi. “Birader, yanlış almışız siparişi, çay orta
açık olacakmış” demez mi bu sefer ben kızardım… ‘O ne lan Aydın, kimse onu isteyen gelsin kendisi yapsın da ben de
göreyim orta açık çay nasıl oluyor” dedim. Aydın aldı getirdi elamanı. Bir
baktım bizim fakültede Felsefe okuyan
Evren. İşte o zaman zaten hapı
yuttuğumuzu anlamıştım ya, iş işten de geçmişti. Evren, bize ‘açık diyorum çok açık oluyor, normal
diyorum demli oluyor’ gibi normal bir insanın dört saniyede söyleyeceği bir cümleyi, 15 dakikada anlattı, Aydın
olmasa belki bir o kadar daha da anlatırdı…
İşte o yaz bizim tanıdığımız bu ‘ayarsız’ların belki en meşhuru Ahmet Hakan’dı…
Bir akşamüstü gelmişti bizim Çınarlatı’na, duvar kenarına geçmiş
sırtını insanlara dönmüş, dünyaya küsmüş
gibi oturuyor. O zaman daha bu kadar popüler değil, Kanal 7’de ana haberi sunuyor, galiba bir de ‘İskele Sancak’ diye bir program yapıyordu. Aydın, “Birader duvar kenarındaki Kanal 7’deki
eleman var ya bir büyük çay istiyor” dedi. Yaptık bir fincan çay,
gönderdik. Ahmet Hakan, ‘büyük çay istedik
kardeşim bu ne diye’ basmış fırçayı Bizim Sarı’ya. Bizimkisi altta kalır mı
almış bir çay bardağı ‘bu küçük, bu
fincan da büyük” diye laf yetiştiriyor. Neyse su bardağında fit olmuşlar.
Tabi, biz bu ‘entel artistliği’nin altında kalır mıyız?
Kalmayız da tabi…
Düşünüyoruz ne yapalım ne yapalım…
Bulduk, çayı ‘süzgeç altı’ vereceğiz. Süzgeç altı mı? Çay ocaklarında süzgeci
koydukları bir bardak vardır, o bardakta süzgeçten damlayan çaylar birikir,
hani katran içsen iyidir…
İşte Ahmet abi; 2001’in yaz aylarında
Kozahan’da ancak yarısını
içebildiğin sonra ücretini çay tabağına bırakıp gittiğin çay var ya süzgeç
altıydı.
Belki seni kıskandık seni belki bize gider yaptığın işin uyuz olduk, yaptık
bir eşeklik işte.
Ama sen o gün o gün bize o entel
artistliğini yapmasaydın çayı süzgeç altından değil, Seylan çayı ile
harmanlanan o zaman kilosu 14 lira
olan nefis çaydan içebilirdin…
Neyse, 13 yıl önce ağzının tadını
kaçırdığımı için özür dileriz abi.
Ama bir de iyi tarafından bak, biz
o gün senin ağzının tadını kaçırmasaydık belki sen de bu gün birilerinin
ağzının tadını kaçıramayacaktın. Belki bizim çayla başlamıştır her şey…
Bu arada, özür faslına
başlamışken, sattığımız kadar çayı bedava dağıtarak karından zarar ettirdiğimiz
İbo abiden de özür dileyelim…
vay badi az değilmişsin.
YanıtlaSil